27 Kasım 2011

Bir pazar akşamı rastladım size...

Evet, "bir pazar akşamı rastladım size" diyebilmek için araştırmalarım bu akşamki metrobüs yolculuğumda devam edicek. Lüks araçlara anca toplu taşımalar sayesinde binebildiğim şu günlerde, zengin arkadaşlarımın olmamasına sinir oluyor ve toplu taşımalardaki geçirdiğim süreleri iyi değerlendirmeye çalışıyorum. Her gün 2 saatimi geçirdiğim bu araçların benim için lüks olması tabiiki de önemli; ne yani pejoya mı binicem. Mercedes tercihimdir. 
Son bir aydır hayata dair en güzel okul oldu toplu taşımalar benim için. Yüzlerce insan görüyorum, onlarcasıyla fiziksel temas kuruyorum, düşmemek için bazı gençlere yaslanıyorum ve en önemlisi de kesiyorum beğendiklerimi. Yetmiyor, fırsat bulursam yanlarına oturuyorum. Esas eğlenceli tarafı yeni telefon aldığımda yaşanmaya başlıycak. İfşa edicem metrobüs insanlarını, çirkinlerini, yakışıklılarını. 
Kimisi kitap okuyor, kimisi müzik dinliyor, kimisi camdan dışarıya bakıyor, kimisi de camdan dışarıya bakıyorum ayağına karşısında oturan kızı yada çocuğu kesiyor. Dışarıdan bakan biri olarak bunları gözlemlemek şahsen bana haz veriyor. Tarafların akıllarından geçeni anlayabilmek yolculuklardan aldığım zevki daha da arttırıyor. 
Arada kalmış bir duraktan biniyorum akşamları metrobüse, 1 aydır eve oturarak gittiğimi hatırlamıyorum. Uzunçayırda boşalıyor araç, geride kalmış 2 durak; gurur yapıp otobüs boş olsa bile oturmuyorum koltuklara. Zaten manasını da anlamıyorum oturanların, 3 dakka sonra kalkıcaksınız. Metrobüs kullanıcılarının iddia ediyorum ki gönüllerinde yatan, vazgeçemedikleri koltuklar var. İlk bindiklerinde oraya doğru yönelirler; ayakta kalsalar bile o koltuğa yakın mevkide konuşlanırlar. Kimisi ters gidemez, kimisi erkek/bayan yanı istemez, kimisi ise koyundur, her şekilde güdülür. Korkuları vardır metrobüs yolcularının. Bazısı erkeklerden, kötü görünüşlü adamlardan korkarken; ben sadece yaşlı teyzelerden ki genelde başörtülü çıngar çıkarabilecek yaşını kullanarak aptalca davranışlara giren teyzelerden korkuyorum. Ne gelirse başıma onlardan gelebilecekmiş gibi geliyor.
Bir de gençleri var metrobüs yolcularının. Sabah akşam demez kesişir dururlar. Ben mi? Tabiiki de kesiyorum beğendiğim adamları. Taraflardan biri inene kadar görsel teması kesmiyorum ama artistliğimden de ödün vermem hani; bir bakana bir daha ister istemez baktırırım. Bazı adamlar var ama götümü yırtsam da baktıramadığım, sonra sonra farkettim ama meğer görmüyormuş onlar zaten...
Türlü türlü insan modeli, hele bir de iş giriş - çıkış saatlerinde kullanıyorsanız metrobüsü... Yaşanan olaylar, enstanteneler yaz yaz bitmez. Etrafımdakirere anlatıyorum inanmak istemiyorlar, ciddiye almıyorlar ama benim için günün eğlenceli zaman dilimleri toplu taşımalarda geçirdiğim süreler; yeni yeni şeyler öğrenip kendimi geliştiriyorum. Bakarsınız yazmaya devam ederim bu konuda, belli mi olur...

20 Kasım 2011

Leyla ile Mecnun

Bir süredir İskender Pala'nın çok merak ederek aldığım "Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk" adlı romanını okuyorum. daha önce bu tarzda kitap okumamıştım; sürükleyiciliği ve tarzı gerçekten de hoşuma gitti... bugün pazar, ben yine çalışıyorum. showroom'da tek başımayım, yapacak pek işim yok, gelen giden müşteri de yok zaten... kitap okuyorum. son okuduğum sayfada Romalı bir ressam, Fuzulinin L&M eserindeki şifreyi çözebilmesi için bizleri anlaması gerektiğini arkadaşlarına anlatıyor.. ama öyle bir anlatıyor ki, okuyanı hayran bırakıyor.




"... bizden önceki doğulu üstadların aşk üzerine çok şeyi tartıştıkları anlaşılıyor. ne var ki, doğulular aşktan şimdi bizim anladığımızı anlamıyorlar. onların aşkla ilgili çok geniş bir medeniyet birikimleri var. bu yüzden biz aşkı onlar gibi anlamaya çalışarak işe başlamalıyız.
onlar aşkı birkaç açıdan ele alıyorlar. mecazi, ilahi, mistik ve tensel. Hilleli şairin(fuzuli) önemsediği aşk ise platonik bir vadide akıyor. doğuda 'gönül' diye bir şey var ayrıca. kelime anlamı bizim yürek veya kalp dediğimiz şey ama ondan çok ayrı bir kavram. bir nesneden çok bir tavır, somuttan çok soyut bir öge. Muhammediler dışında gönlün ne olduğunu tam olarak açıklamak pek mümkün görünmüyor. onlar da bunu açıklamıyorlar zaten, yaşıyorlar. çünkü aşk gönülde tecelli ediyor, doğuşu da varlığı ve batışı da gönülde. bizim bildiğimiz sevgi ve tensel ilişkiler doğulu aşkın yalnızca bir versiyonu, hatta en aşağı versiyonu. ondan ötede daha yedi katman var aşk için. bu öyle bir hastalık ki hasta bu hastalıktan zevk alıyor ve kurtulmak, derman bulmak istemiyor. öyle bir acı ki, aşk sahibi bunu arzu ediyor ve aşk derdine uğrayan kişi bir daha iyileşmek istemiyor. acı çeken acıdan kurtulmayı dilemiyor. zor gibi gözüken şeyleri kolay gösteren de, doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştiren de o. 'seven' bir sıfat orada ve 'sevilen' bir isim. o ismi bilmek sevmek için de, uğrunda ölmek için de yeterli. seven sevilenin uğrunda daima hasret, hicran, ayrılık, firkat acıları ile besleniyor. acılar olmadan, uykusuz geceler olmadan huzur bulamıyor adeta. bu yüzden aşıklar doğuda yıldızların çobanları olarak bilinir. onların göz kapakları bulutlara ders okutur, gözleri denizlerle yarışır. sevgili uğruna canlarını öyle verirler ki, tekrar can verebilmek için tekrar dirilmek isterler. aşklarında ortaklık istemezler ve rakiplerine karşı acımasızlıkta zirveler alçak kalır. bu konuda şehirleri yıkmak bir yana, harabeleri bile yeniden harap edecek kadar acımasız olabilirler. öyle aşıkları vardır ki, ünlü sufilerden Arabi ve Mevlana'nın aşk yorumlarına hiç durmadan yeni yorumlar ilave etmek ve onların bir cümlesinden her dakika yeni bir kitap çıkartmak istercesine derece derece aşkı çoğaltıp dururlar. onlar aşklarını arttırdıkça yazıcılar bunları daha abartarak yazarlar. aşk konusunda ciltler ve kütüphaneler dolusu bilgi üretilmiştir doğuda. yalnızca aşkı tanımlamak için harcadıkları mesaiyi söz gelimi hekimlik alanında harcamış olsalardı belki ölüme çare bulurlardı."


bu kadar net değil mi sizce de?

18 Kasım 2011

dünyayı kurtaran kadının göbeği

sanarsın ki dünyayı kurtarıyorum, alt tarafı kendi halimde biriyim. kulağımda müzik olduğu sürece dağ tepe dümdüz yürürüm. özellikle de gaza geldiğim parçalar çalıyorsa dur durak bilmem hiçbir konuda.
sikko bir gün geçirdim bugün. yoruldum lan. insan masa başında çalışırken yorulur mu mına koyyım dediğim durumlara giriyorum. hayatta başıma ne geldiyse söylediğim sözlerden geldi zaten. bazen konuşmamam gerektiğini kavrayamıyorum, mallık var azıcık.
müzik hepimizin ruh halini etkiler, iyi kötü, hüzünlü, seksi... duygudan duyguya bürünür insan. mekan ayırt etmeksizin... bana bir şey daha söyleyin insanı bu kadar etkileyen, kimlikten kimliğe büründüren! bugün takık durumdayım müziğe. zaten bugünkü metrobüs yolculuğum da boktandı, bi zevk alamadım. saçma sapan insanlar vardı bindiğim araçta. kim derdi ki birtanem ömrüm toplu taşımada geçicek diye. 
hala isim veremediğim bir kedim var, sıkıntılı bir durum. bir de bir adam var, olsa ayrı dert olmadığı için zaten dert. hee bir de sırtım kaşınıyor, esas benim için o büyük dert.

16 Kasım 2011

yolcudur abbas

bazı insanlar var, karşılarına geçtiğimde çok farklı konuşmalar yapmak istediğim, cümle oyunlarıyla etkilemek istediğim ama konuşmayı pek de beceremediğim. evet böyle insanlar var. istesem dünyaları yerinden oynatabileceğimi bildiğim ama bi bok beceremediğim adamlar... var tabii böyle adamlar, sadece benim değil her hatunun hayatında var bu adamlar...
bugün minibüsteyim en arkada oturuyorum, kulağımda müzik, kucağımda çanta, elimde şemsiye... beynimin içinde konuşuyorum kendi kendime. bişeyler anlatıyorum hayali bir karaktere.. sonra aklıma geldi; ulan acaba yetenekli insanlar var mıdır? siktir! "ya birileri beynimle konuştuğum konuşmaları şuan duyabiliyorsa" diye geçti içimden. durdum etrafımdakilere baktım; kimse siklemiyordu beni. madem öyle dedim, başladım içimden küfür etmeye; "eğer bunları duyan varsa ben onun... şeklinde başlayan cümleler... 
kalabalık bir toplu taşımaya her binişimde gözler üzerime dönüyor. kız erkek farketmeden bir anda gözleri üzerimde hissediyorum. valla ne yalan söyliyim pek bir hoşuma gidiyor. ona göre davranıyorum, artistlik yapıyorum, cool tavırlar sergiliyorum. bana bakanlara arada ufak bakışlar atıyorum; sonra zamanım gelince hiçbiriyle ilgilenmemiş gibi hiçbirine bakmadan iniyorum araçtan. bir nevi ego tatmini sankim..
bugün mesela işten çıktım metrobüse bindim, tıkış tıkış bir metrobüse. tam da o sırada karşı koyamayacağım bir parça yola çıkmış kulaklarımdan beynime doğru. yosun salınma hareketi yapıyoruz tüm ayaktakilerle beraber; bense oynuyorum kimse farkında değil. sonra salakça bir sırıtma. büyük ihtimalle gerizekalı yada sorunlu biri olarak görüyorlar beni. problem değil, hangimiz normaliz ki?!
sigara eşliğinde bitki çayı içmeye devam ediyorum. an itibariyle kıçıma yaslanmış uyuyan, hala bir isim veremediğim siyah bir kedim var. radyo eksen dinliyorum. iş yerinde müzik dinlememe izin vermiyorlar, çok sinirleniyorum. sessiz bir ortamda çizim yapmak, çalışmak bana göre değil. ayak uyduruyorum, çok da zorlanmıyorum. ocağımız hala temizlemedim. bildiğin bok götürüyor. sadece camlarımı sildirmek ve ocağımı temizletmek için bile bir temizlikçi tutabilirim. evin kalan işlerini ben hallederim, teyze gelsin sadece ocağımı temizlesin yeter. 
öyle bir geçer zaman ki izledim demin, o soner karakteri yok mu o... düşündükçe "aman sabahlar olmasın" dedirtiyor bana. ben ki esmere aşık; o şerefsiz dürtüyor duygularımı. henüz rüyalarıma teşrif edemedi paşam, merakla bekliyoruz. bu arada uzun zamandır ilginç bir rüya da göremedim çok moralim bozuk.

14 Kasım 2011

bitki çayı

kedi aldım ben bugün. simsiyah kırmızı tasmalı bir kedi. dün gördüm bugün aldım. evim zaten bana yeter düzeyde, şimdi bir ben bir kedi bir de guinea pig yaşıyoruz. aralarında en pisi benim. 
bitki çayı içiyorum birkaç gündür; liptonun form çayı. bi forma yaradığı yok da içiyorum işte. gerçi yanında sigara içince ne forma yarar onu da bilmiyorum ya. itunes'u keşfettim birkaç hafta önce, güzel radyoları var. klasik müzikle şenlendiriyorum komşuları. 
gece lambası almam lazım eve yeni bir tane, bir de L koltuk. para lazım nasipse yılbaşı piyangosuna ortak olmayı planlıyorum.
yarın işe gittiğimde bu kedi evimi dağıtıcak biliyorum, bişeyleri kırmasın, luluyu da yemesin benim için yeter.

13 Kasım 2011

pisim

haziranda yeni eve taşındım. hayatın tek başına nasıl olacağı hakkında bilgisiz ama heyecanla atıldım bir maceraya. birkaç emlakçı gezdim, beğenmedim evleri. sonra bir sokağa girdim ve gördüm istediğim evi; ertesi gün de kiraladım.


annem eve taşındıktan sonra tek bişey söyledi; "bulaşıklarını zamanında yıka. yemek yap, ye sonra da ertelemeden yıka. biriktirme" dedi. hatun haklı tabii. 


aylardır çalışmıyordum, hep uydum annemin dediğine. yemeğimi yaptım, yedim sonra da hemen yıkadım. kendisi için iyi bir evlat oldum, söz dinledim.


çalışmaya başladım 2 hafta önce. birikiyor be üstadım o bulaşıklar şimdi. üşeniyorum yemek yapıp yedikten sonra. "siktir et yarın yıkarım" ayağına 3 gün oldu bak hala yıkamadım. eğer kısmet olursa yarın yıkamayı planlıyorum. bu işler nasip işleri sanırım biraz da. 


haa bir de unutmadan, çalışma odamdaki pencere ben ne kadar sıkıca kapatsam da birkaç gün sonra kendiliğinden açılıyor. sanırım henüz tanışmadığım, kimliği belirsiz bir ev arkadaşım var. hayırlısı..